Showing posts with label depresyon. Show all posts
Showing posts with label depresyon. Show all posts

Monday, June 25, 2012

Lohusalık sendromu

Depresyon belirtileriyle ortaya çıkan lohusalık sendromu; ergen, planlanmamış veya istenmeyen hamileliklerde ve sosyo-ekonomik düzeyi düşük kadınlarda daha fazla görülüyor.

Jules Oliver takes her newborn daughter Petal shopping in north London
Bebek sahibi olmak, kadın yaşamındaki en büyük değişimlerden biri. Doğum, anne ve bebeğin dokuz aylık beraberliğinin   sonunda yaşanan bir ayrılık deneyimi. Bazı anneler için bu durum ödül gibi görülürken, bazıları içinse yeni başlangıçların endişesini taşıyor.
Hormonal değişimlerin yanı sıra, doğumun fiziksel ve duygusal sıkıntısı, artan sorumluluklarla ilgili kaygılar, uykusuz geceler, annenin psikolojisini etkileyebiliyor. Anadolu Sağlık Merkezi’nden uzman psikolog Aylin Sezer, bu süreçte annelerin yaşadığı zorlukları anlattı: “Doğumla yaşanan fiziksel ayrılık sonrası anne ve bebeğin tekrar bir bütün olabilmeleri için birlikte zaman geçirmeye ihtiyaçları var. Özellikle ilk defa anne olan kadınlar için bu yeni role alışmak zaman alabiliyor. Bu süreçte eşin anneye destek olması, yeni annenin yaşadığı zorlukları ifade edebilmesi, yakınlarından destek alabilmesi çok önemli.”
Lohusalık sendromu gerçekten var mı?
Lohusalık sendromu olarak da adı geçen annelik hüznü, doğum yapan kadınların yüzde    50-70’inde doğumdan hemen sonra başlayan ve 7-10 gün süren bir dönem. Bu süreçte kadınların çoğu ağlama isteği, huzursuzluk,  uykusuzluk, iştahsızlık, konsantrasyon bozukluğu ve çevrelerinden soyutlanma hisseder. Çoğu zaman görünürde hiçbir sebep olmaksızın   ya da başka insanlara oldukça önemsiz gelen nedenlerden dolayı duygulanabilir, gözyaşlarına boğulabilirler. İştahları bozulur, bebek uyuyor bile olsa uyumakta güçlük çekerler. Kimi zaman yeni bebeğe bakamayacaklarını hissedip, endişelenebilirler.
Ruh halleri karışık
Birçok anne, bebek sahibi olmanın mutluluğuyla, olumsuz düşünceleri bir arada yaşıyor. Ayrıca böyle hissettikleri için kendilerini suçluyor. Bu durum, doğumdan sonraki iki hafta içinde kaybolmazsa veya daha kötüye giderse belirtilerin doğum sonrası depresyondan kaynaklandığı    düşünülebilir. Bu noktada doğru tetkiklerle en kısa zamanda müdahale önem kazanıyor.
Bu duyguları ifade etmek, yakınlarla, özellikle de eşle paylaşmak önemli. Benzer deneyimleri yaşamış annelerle konuşmak da yeni anneye hem yalnız olmadığını gösterir, hem de yaşadığı duyguları normalleştirir. Doğum sonrası, anne için bebeğin bakımı, başa çıkamayacağı bir  sorumluluk olarak görülebilir. Böyle hissettiğinde görev dağılımı yapmak, onu rahatlatır. Bunlara ek   olarak yeni anne, kendine kısa da olsa zaman ayırmaya çalışarak, iyi beslenip, iyi uyuyarak, mümkünse hafif egzersizler yaparak ve rahatlama metodlarını kullanarak kendini özen göstermeli. Anne için, her ne yapıyor olursa olsun, küçük hedefler koymak, daha önce işe  yarayan yollardan yararlanmak ve başarılan basamakları ödüllendirmek önemli.
Kariyer ve annelik arasında
Artık doğumların daha ileri bir yaşa ertelenmesi kadının daha çok zorlanmasına neden oluyor mu?

Günümüzde birçok kadınçocuk sahibi olmak için kariyerinde ilerlemiş olmayı tercih ediyor. Buna bağlı olarak, çocuk sahibi olan annelerin yaşı da yükseliyor. İleri yaşta anne olmanın kadın için hem avantajları hem de  dezavantajları var. Yaşı büyük anne, bebeğin  ihtiyaçlarını karşılarken bedenen daha fazla yorulabiliyor ya da artan sorumluluklarıyla bebek arasında denge kurmakta zorlanabiliyor. Öte yandan, ileri yaşta anne olan kadınlar, daha sağlam bir sosyal destek sistemine, daha düzenli bir ev ve meslek hayatına sahip olduklarından, hem sorumluluklarıyla daha iyi başa çıkabiliyor hem de çevresinden ihtiyaç duyduğu desteği daha etkili şekilde alabiliyor.
Kadının lohusalık sendromunu nasıl geçireceğini etkileyen faktörler var mı?
Evlilikle ilgili tatminsizlik, yetersiz sosyal destek, kadının veya eşin işsizliği ve sıkıntılı yaşam olayları doğum sonrası süreç için risk faktörleri. Uzamış lohusalık  sendromunun ergen hamileliklerinde, planlanmamış veya istenmeyen hamileliklerde ve sosyo-ekonomik düzeyi düşük kadınlarda daha fazla görüldüğü biliniyor.
Yaşanan zorluklar, çalışan   kadın ya da ev kadını açısından farklar yaratıyor mu? 
Bu konuda yapılan çalışmalar,bebek bakımıyla ilgili zorluklarda çalışan  ve çalışmayan kadınların çok farklı şeyler yaşamadıkları gösteriyor. Anneler, kendi tecrübelerinden bahsederken, çalışmanın onlara ek yük getirmediğini, bebekle geçirilen saatlerde  yaşanan olumlu veya olumsuz olayların süreden bağımsız olduğunu belirtiyor.
Ev kadınları bebeklerine daha fazla zaman ayırabiliyor. Tatmin duygusunun yanında, yorgunluk, tükenmişlik ve engellenme duyguları da yaşayabiliyor. Çalışan anneyse çocuğuyla daha az vakit geçirebildiği için bu konuda suçluluk hissediyor.

Çevre baskısı şişmanlatıyor.

Toplum baskısı, bazen farklı dinler, bazen cinsel tercihler, bazen de farklı sebeplerle ayrımcılığı körükleyebiliyor. 

Bir poz çarpma: Dört yarışmacılar gururla eğrileri gösterilecek

Dilara Koçak

Şişman bireylerin de böyle bir baskı altında olduğunu hatırlatmak isterim...
 
Zayıf ve daha çekici vücuda sahip bir bireyseniz bunu fark etmediniz ki aslında bu normal, çünkü bu ayrımcılık çok belirgin olmayan bir şekilde yapılıyor. Sosyal ortamlarda veya iş görüşmelerinde maalesef diğerlerine göre daha formda olan bireylerin tercih edildiğini ortaya koyan pek çok durum var. Eğer fazla kilolu veya şişmansanız bu konudaki farkındalığınız, bazı şeyleri herkesten fazla görmenize neden olur. Toplum, şişmanlığın normal olmadığını maalesef pek çok şekilde ifade ediyor. Fazla kilosu olan çocuklar bile, daha okul günlerinin başından itibaren arkadaşlarının alaylarına maruz kalabiliyor.
 
Bu kısır döngüyü kırmak zor
 
Peki ama bu sosyal baskının sonucu ne oluyor? Bu, kilolu insanlara yardımcı mı oluyor? Tabii ki hayır, üstelik tam tersi etki bile yapabiliyor. Kilo almanın özellikle obezitenin temelinde genetik kalıtım ve klinik tablonun yanı sıra duygusal yemenin de etkili olduğu düşünülürse bu baskı, kilo sorunu olan kişiler üzerinde olumsuz etki yapıyor. Bireylerin ayrımcılığın farkında olarak hissettikleri olumsuz duygular, onları daha çok yemeğe yönlendirebiliyor. Yedikçe kilo alıyor, suçluluk ve pişmanlık duygularına kapılıyor, toplumun baskısını daha çok hissediyorlar. Kırılması gittikçe zorlaşan bir kısır döngü başlıyor. En kötüsüyse, bu baskı sonucu kilo sorunlarının sağlıksız diyetlerle giderilmeye çalışılması. Bu sağlıksız diyetler ‘başarılı’ olursa kişi sağlığını yitiriyor.
 
Özgüven aşılamak gerekiyor
 
Unutmayın ki sizin farkına bile varmadığınız bir bakışınız, surat ifadeniz, imalı bir lafınız veya iyi niyetle söylenmiş bir sözünüz, karşınızdaki insanda çok derin bir etki bırakıyor olabilir.
 
Kilo sorunu olan kişilerin mucizevi diyet arayışından çok özgüvenleri üzerine gidilmesi gerekiyor. Obezitenin psikolojisini irdeleyen araştırmacılar, terapi desteği ve bireyin çevresinin çok önemli olduğunu bildiriyor. 
 
Herkes üzerine düşeni yapmalı; eğer eşiniz, çocuğunuz, anneniz veya arkadaşınız kiloluysa, ona gerçekten yardımcı olmak istiyorsanız bunun yolu, bozuk plak gibi sürekli ‘kilo vermesini’ söylemek olmamalı. Kimse kimseyi sadece bu konuda değil hiçbir konuda yargılama hakkına sahip değil. Özellikle "güzellik" öylesine göreceli ve zamana endeksli bir kavram ki, olayı rakamsal boyuta indirmek en ilkel durum olarak karşımıza çıkıyor.
 
 
Pöpüler diyetlerin tuzağına düşmeyin
 
Bireylerin fazla yeme sebeplerini veya bozuk yemek yeme davranışlarını (ya hep ya hiç gibi veya tabağındakini sonuna kadar yeme, kutunun tamamını tüketme gibi) anlayarak çözüme gitmek gerekir. Durum, dışarıdan göründüğü kadar kolay olmayabilir. Araştırmalara göre obez bireylerin yüzde 25-30’unda klinik depresyon gözlenebiliyor. Bazen depresyondan kaynaklı obezite gelişirken, bazı vakalarda duygu durum bozukluğu, yemeğe sebep olarak obeziteyi tetikliyor. Her iki tabloda da bireyin diyet veya egzersizle başarılı sağlaması mümkün olmuyor. Bireyin mutlaka terapi desteği alması gerekiyor. Herkes ince olmak zorunda değil diye hep söylüyorum. Her bireyin kendini iyi hissettiği bir kilosu olabilir, bu ideal ölçülerden farklı da olabilir, kalıplar herkese uymayabilir. Neticede toplum, mutlulukla ince olmayı aynı kefeye koyuyor. O nedenle de, insanlar tüm yaşam sorunlarının çözümü için mantıken diyete başvuruyor. işte bu noktada kilo vermek uğruna popüler diyetlerin tuzağına düşmemek gerektiğinin önemle altını çizmek istiyorum.

Saturday, June 23, 2012

Yaz sıcakları baş ağrıtıyor!

Memorial Antalya Hastanesi Nöroloji Bölümü’nden Uz. Dr. Bilge Çetin, yaz aylarında rahatsız edici boyutlara ulaşabilen baş ağrıları hakkında bilgi verdi ve sıcakların tetiklediği ağrılara karşı alınabilecek önlemleri anlattı.

A woman with a migraine
Uzun süre klima kullanımı baş ağrısını tetikler

Mevsimsel değişiklikler baş ağrıları üzerinde etkilidir. Yaz aylarında, sıcakların artmasıyla baş ağrısı şikâyetlerinde de artış gözlenmektedir. Kronik ağrıları olan kişiler bunun çoğunlukla farkına bile varamayabilir. Oysaki bilimsel çalışmalar sıcak havalarda damarların genişlemesiyle baş ağrılarının da arttığını göstermektedir. Sıcak hava, tansiyon yükselmelerine neden olduğu için özellikle hipertansiyon hastalarının kan basıncı seviyelerinde sıcağa bağlı olarak belirgin bir artış görülebilir. Yüksek tansiyon da sıklıkla, kendisini ensede ağrı ile gösterir. Sıcakların yanında lodosda özellikle migreni tetikleyen en önemli nedenlerden biridir. Sıcaklar nedeniyle artan klima kullanımı da, baş ağrılarına neden olur. Klimalı ortamda uzun süre bulunmak baş ağrılarını tetikleyebilir.
Painkillers sometimes have no effect on migraine sufferers. Now a new study suggests plastic surgery could provide relief
Baş ağrınız varsa nöroloji uzmanına başvurun

Yaz dönemiyle birlikte artan baş ağrılarının tedavisi, ağrının tipine göre farklılık göstermektedir. Bu nedenle, tedavinin şekline karar vermeden önce ağrının tipinin belirlenmesi büyük önem taşır. Gerilim tipi baş ağrısında depresyon tedavisine yönelik ilaçlar faydalı olabilirken; migren tedavisinde ilk basamak, hastalığın tetikleyicilerinden mümkün olduğunca uzak durmaktır. Düzenli uyku, sağlıklı beslenme ve düzenli egzersizler ile mevsimsel değişikliklere karşı önlemler almak gerekir. Bunlara dikkat edilmesine rağmen ataklar sık ise, hastaya atak sıklığını azaltıcı ilaç tedavisi uygulanır. Migren tedavisinde kullanılabilecek pek çok ilaç mevcuttur. Bu ilaçların sırayla denenmesi gerekebilir. Bu noktada hastaların sabırla tedavilerini sürdürmesi ve doktorlarıyla devamlı bağlantı halinde kalmaları, tedavide başarıyı yakalamak için çok önemlidir. Yarım bırakılan tedaviler nedeniyle, migren teşhisi konmuş pek çok kişi, hastalığın tedavi edilemeyeceği düşüncesine kapılmaktadır. Baş ağrısını bir kader olmadığı unutulmamalıdır. Hastaların öncelikle bir nöroloji uzmanına başvurması ve sabırla tedavilerini sürdürmesi iyi sonuçlar almak için yeterli olacaktır.
headache
Başınızı sıcaklardan koruyun!
Yaz sıcaklarında, baş ağrısı riskine karşı bu öneriler dikkate alınmalı;

 1- Güneşin dik olarak geldiği en sıcak saatlerde kendinizi ve başınızı koruyun. Bu saatlerde çok fazla dışarıda kalmamaya özen gösterin.
2 - Güneşe çıkmak zorunda kaldığınızda şapka veya şemsiye kullanın.
3 - Ani ısı değişikliklerinden kaçının (Çok sıcak ortamdan, klimatize edilmiş soğuk ortama geçmemeye dikkat edin)
 4- Klimadan gelen soğuk havaya doğrudan maruz kalmayın.
 5- Su ve soğuk ayran gibi serinletici sıvıların tüketimini artırın.
 6- Çok sıcaklarda alkol tüketimi baş ağrılarını tetikleyeceğini unutmayın.

Wednesday, June 13, 2012

Kısırlık tedavisinde stres faktörleri

Bebek sahibi olamamış ve hayatının anlamını sadece buna kanalize etmiş bir anne adayının psikolojisinin iyi olmasını düşünmek yanlış olur.

The new research focused on a hormone that organises stress responses in mammals
Kadın Doğum Uzmanı Dr. Hakan Özörnek, bu durumun depresyon, panik atak, sosyal fobi, yaygın anksiyete gibi psikolojik destek ve terapi gerektiren psikosomatik hastalıkları beraberinde getirdiğini belirtiyor. Tedavi aşamasında, transfer öncesi ve sonrasında psikolojik   olarak hastalara destek verdiklerini de ifade ediyor.
Durum bozuklukları
Bebeği olmayan çiftler öncelikle bu durumu kabullenmez ve sonra öfke ön plana çıkar. Eşler birbirine öfkelenir. Bu da bireyde kendine güvensizlik, iletişim bozukluğu, çalışan eşlerde işe karşı ilgisizlik, başarısızlık oluşmasına yol açar. Sorunlar bazen boşanmalara da sebebiyet veriyor. 
Stres, kısırlık tedavisinin düşmanıdır ancak başarıyı etkilemedeki oranı yüzde 5-15 arasındadır. Psikolojik faktörlerin bebeği olmayan çiftlerde uygulanan tedavilere negatif etki etmesi göz ardı edilemez. Stres hormonal dengede bozulmaya yol açarak kısırlığa neden olabilir. Prolaktin hormonunun yükselmesine yol açarak kadında ve erkekte üreme sağlığına olumsuz etki eder. Erkeklerde sperm sayısı hareketliliğinde azalmaya sebep olan stres aynı zamanda ejakulasyon ve ereksiyon sorunlarını da beraberinde getirir. Kadınlardaysa sadece yumurtlama fonksiyonunu etkilemiyor, tüplerde spazma da yol açıyor.  Ayrıca progesteron hormonu üzerindeki kötü etkisi, oluşan gebeliğin devamına engel olabilir.
Stresi azaltmanın yolları
Çiftlere bebek sahibi olmaları yolunda izlenecek adımlar anlatılmalı. Bilinmezlikler ve kulaktan dolma bilgiler stresi artırır. Bilinçlendirilmiş çiftlerin tedaviye uyum sağlamaları kolaylaşır, bu da başarıyı beraberinde getirir. Çiftler arasında kopan iletişimin yeniden sağlanması gerekir. Bunun için de psikolojik bir danışmana ihtiyaç vardır. Bebek sahibi olamadıkları için birbirini suçlamak yerine destek vermelerini sağlamak gerekir. Yapılan bir çalışmada gevşeme egzersizleri programına katılan kadınlardan yüzde 34’ünün sonradan gebe kaldığı tespit edilmiştir. Psikolojik yardım, pozitif düşünceyi artıracağından gebelik oranlarında da artış gözlemlemek mümkündür.
Erkek kısırlığı artıyor mu?
Kısırlık merkezlerine başvuran hastaların neredeyse yarısında erkeğin sperm (döl hücresi) kalitesindeki düşüklük göze çarpıyor. Eskiden bu oran daha düşüktü. Günümüzdeki yükselmenin belli bazı sebepleri var. Bunlardan biri artık erkek kısırlığının konuşulur olması ve sadece kadına ait bir sorunmuş gibi görülmekten vazgeçilmesi. Özellikle medyada bu konuların yazılıp çizilmesi, hastaların sorunlarını rahatça konuşabilmelerini sağladı. Kısır olan erkekler yalnız ve çaresiz olmadıklarını biliyor.
Tıp teknolojisindeki ilerlemeler sayesinde erkek kısırlığında oldukça başarılı sonuçlar alınıyor. Eskiden  tedavi imkanı olarak sadece aşılama varken, önce tüp bebek ve sonrada tüp bebeğin ileri bir şekli olan mikroenjeksiyonun geliştirilmesi sayesinde hastaların çok büyük bir kısmının sorunlarını çözülüyor.
Hatta eskiden “Senin çocuğun olmaz” denilen menisinde hiç sperm hücresi bulunmayan ‘sıfır spermli’ hastaların da testislerinden parça alınarak ve bu parçadaki sperm hücresiyle eşinin yumurtası  döllenerek yardım edebiliyor.
Kısaca erkek kaynaklı kısırlık hastalarının neredeyse tamamına  yakınına sunabilecek bir tedavi imkanı var. Önemli olan, hastaların vakit kaybetmeden bu konuyla ilgilenen  bir merkeze başvurması.
Tarihi istatistikler
50 yıl önce yapılan sperm tahlillerinin sonuçlarına bakıldığında normal sperm ortalamalarının günümüzdekinden daha yüksek olduğu görülüyor. Bunun kesin sebebini tespit etmek mümkün olmamakla birlikte sigara ve alkol kullanımının artması ilk akla gelenlerden. Çevresel faktörler (zararlı gazlar, radyasyon, ozon tabakasındaki incelme, elektromanyetik alanlar) yemek tarzımızdaki ve hatta giyim şeklindeki değişiklikler hep üzerinde durulması gereken konular. 

Metabolizmanızı keşfedin, kilo verin!

Beslenme ve diyet uzmanı Nihal Özdemir, her insanın kendi metabolizmasına uygun sağlıklı beslenme programıyla kilo sorununu çözebileceğini söyledi.

Keeping trim: The new Atkins diet encourages exercise
Adana'da özel bir hastanede görev yapan Nihal Özdemir, yaz aylarına girilmesi ile birlikte herkesi kilo telaşı sardığını söyledi. Kilo vermeye çalışırken yanlış uygulamalardan kaçınılması gerektiğini anlatan Özdemir, "Kışın yorgunluğunun atılmaya çalıştığı bu dönemde insanları bir taraftan da tatil telaşı sarıyor. Kışın alınan kilolardan kurtulmak isteyenler endişeleniyor. Baharla beraber gelen halsizlik, baş ağrısı, bitkinlik, kas ve eklem ağrıları, yorgunluk gibi şikayetleri azaltmak hem de kilolardan kurtulmak mümkün. Yeterli ve dengeli aynı zamanda metabolizmanıza uygun bir sağlıklı beslenme programı bu sorunları çok kolay halledecektir" dedi. Beslenmenin kişiye özel olduğunu kaydeden Özdemir, şöyle konuştu:
"Bebek,  çocuk, yetişkin, yaşlı, emzikli, gebe, doğuştan metabolizma hastalıkları gibi özel durumlar hatta kadın ya da erkek olmak metabolizmayı doğrudan etkileyen etmenlerdir. Bir başkasının iyi sonuç aldığı diyetleri tamamen uygulayıp, egzersiz yaptığı halde kilo verme sorunu yaşayanlar şunu gözden kaçırıyor. Sizin metabolizmanız standarttan biraz farklı işliyor olabilir ki bu yüzden uyguladığınız kilo verme programları metabolizmanıza uymaması nedeniyle asla işe yaramayacak. Siz aç kalarak kilo vermeye çalışırken başkaları sizden daha fazla yiyip daha az kiloya sahip olabilir. Yapılması gereken tek şey; farklı bir metabolizmaya sahip olduğunuzu kabul etmektir. Metabolik sendrom ve insülin direnci ile birlikte bitkinlik, uykusuzluk, orta dereceli depresyon, kilo alma ve sinirlilik hali farklı bir metabolizmaya sahip olduğunuzun kanıtıdır. Bu problemler ile ne kadar uzun süre yaşarsanız sağlık sorunlarınız ve kilo alma probleminiz o kadar çok ilerleyecektir. Bu nedenle insanların önce kendi metabolizmasını keşfetmesi gerekir. Bu konuda da mutlaka bir uzmanı danışılması gerek."
 
Nihal Özdemir, insanların kendi metabolizmasıyla yaşamayı öğrenmesi halinde, sağlıklı bir şekilde kilo verebileceğini ve bunun da kalıcı olacağını ekledi.

Thursday, May 31, 2012

Erkekleşen kadının sonu kellik mi?

Gerek iş gerekse evlilik yaşamında üstlendiği sorumluluklar kadını maskulen hale getirirken, stresin tetiklediği ‘’testosteron” hormonu da kadına saç kaybettiriyor.

Erkekleşen kadının sonu kellik mi?
’Erkekleşen Kadının Sonu Kellik Mi?’’ olacak sorusunu Akademi  Saç Terapi Merkezi Saç Sağlığı Uzmanı (Trikolojist) Evrim Bayraktar’a yönelttik ve şu uyarıyı aldık: ‘’Saç dökülmesi fark edildiği anda geç kalmadan bir uzmandan bilgi ve profesyonel destek almak gerek’’

Günümüzde kadınlar hem erkekler kadar yoğun çalışıp hem de ev ve çocuklarla ilgili sorumluluklarını yerine getirmeye çalışıyor. Her şeyi aynı anda yapmaya çalışırken de bünyesini fiziksel ve duygusal olarak zorluyor. Akademi Saç Terapi Merkezi Saç Sağlığı Uzmanı (Trikolojist) Evrim Bayraktar yorucu tempoyla birlikte gelişen stresin saç üstündeki olumsuz etkisi en çok iş hayatına aktif katılan kadınlarda gözlemlendiğini söyledi. Bayraktar, günlük stresin saç sağlığını olumsuz etkilediğini belirterek, ‘’Stresin günümüz insanını pek çok açıdan etkilediği artık herkesçe bilinen bir gerçek. Stres vücut dengemizi etkileyerek, farklı açılardan saçın sağlıklı seyreden yaşam döngüsünü değiştirebilmektedir. Stres hormonların çalışma dengesini değiştirebildiği için, saç kaybında da etkili bir faktördür. Testesteron hormonuna duyarlı saç yapısı, hormon düzeyindeki değişimlere yağ salgısını artırarak tepki verir. Bu nedenle stres altındayken saç derimiz daha çok yağlanır, bu yağ salgısıyla saçlı derinin gözeneklerinin tıkanma riski artar ve saçı besleyen kanallar daralabilir. Ayrıca, fiziksel ve duygusal baskı altındayken  Vücudumuz stres altındayken, bu durumla mücadele edebilmek için adrenalin salgılamaya başlar. Bu hormon da bizi daha cesur ve daha güçlü yapar. Ancak bu hormonun salgısıyla birlikte erkeklik hormonu “ testosteron” da artmaya başlar. Bu durumdan en çok kadınlar etkilenir. Kadınlarda, eğer  genetik bir yatkınlık da varsa, testosteron hormonun baskın hale gelmesiyle, saç dökülmesini meydan getiren saç kılıfı içindeki kimyasal reaksiyonlar artar ve sonuç artan saç dökülmesi olur.’’

Saç Dökülmesi Kadınlarda Ciddi Artış Gösterdi

Stresin saç üstündeki olumsuz etkisi en çok iş hayatına aktif katılan kadınlarda gözlemleniyor. Akademi Saç Terapi Merkezi Saç Sağlığı Uzmanı (Trikolojist) Evrim Bayraktar kadınlarda saç dökülmesi ciddi bir artış olduğunu belirterek;’’  Eskiden kadın evde oturup, çocuk doğuruyor, yemek pişirirdi. Günümüzde kadınlar erkekler kadar yoğun aynı zamanda hem evle hem çocuklarla ilgilenip, her şeyi aynı anda yapmaya çalışıyorlar. Kadınların bünyesini hem fiziksel hem duygusal olarak zorlayan bu yorucu tempo sonucu, son yıllarda kadınlarda görülen saç dökülmesi ciddi bir artış göstermektedir.’’ dedi.

Erkekler de Kelleşiyor!

Saç Sağlığı Uzmanı Evrim Bayraktar stresin erkeklerde de saç kaybını hızlandırıcı etkiler gösterdiğini belirterek sözlerine şöyle devam etti: ‘’Özellikle erkek tipi– genetik- saç kaybı yaşayan kişilerin; sınava hazırlık, askerlik, yoğun ve uzun saatler süren iş temposu gibi fiziksel ve psikolojik olarak zorlandıkları dönemlerde saçları daha yoğun dökülür. Bununla beraber, ağır bir hastalık, geçirilen bir ameliyat, aşırı duygu yüklü ruhsal durumlardan (boşanma, ölüm, ayrılık vs. gibi) belli bir süre sonra aşırı saç dökülmesi görülebilir. Önlem alınmazsa, dökülmenin kişide yarattığı olumsuz duygu ve düşünceler beraberinde artan endişe veya depresyon aşırı stres hormonu (adrenalin gibi) salgılanmasını tetikleyerek dökülmeyi ısrarlı hale getiren bir kısır döngü oluşturur.’’
Sonuç olarak aşırı stres ;

1.“Telogen effluvium” adı verilen geçici saç dökülmelerine sebep olabilir. Yoğun saç dökülmesinin görüldüğü bu dönemde stres, saçın uzama evresini sonlandırarak, saçı dökülme evresine sokar ve günlük yüzlerce teli bulan bir dökülme başlar. Saçlarda dökülme 6-12 hafta devam edebilir (önlem alınmazsa daha uzun da sürebilir). Saç hacminde genel bir azalma olur ve saçın en fazla %50 si bu dökülmeden etkilenir. Bu şekilde dökülen saçların büyük oranda geri dönüşü vardır.
2. Saç kaybı sebebi genetik yatkınlık, hormon dengesizlik, metabolik rahatsızlık ve ya baışıklık sistemi rahatsızlığı olan kişilerde stres saç kaybını hızlandırıcı etkiye sahiptir.
3. Hali hazırda saç kaybı olan kişilerde stres yaşam kalitesini negatif yönde etkiler ve var olan saç dökülmesinin kötüleşmesine sebep olur.
4. Asıl saç kaybı sebebinizi maskeleyebilir. Kişi 3 aydan fazla süren saç dökülmesini sadece strese bağlar ve önlem almayabilir. Ancak dökülmenin arkasında daha ciddi sebepler olabilir. Bu nedenle saç kaybını yaratan gerçek sebebin araştırılması önemlidir. Saç dökülmesi ancak onu ortaya çıkaran negatif durum düzeldiğinde dengelenecektir.
Yoğun stresin saç üstündeki olumsuz etkilerini azaltmak için, dengeli beslenmeli, spor yapmalı ve en önemlisi de saç dökülmesi fark edildiği anda geç kalmadan bir uzmandan bilgi ve profesyonel destek almak gerekir.

Friday, May 25, 2012

Duygularınızı besinlerle düzeltin

Seçtiğiniz yemekler duygularınızı etkiler mi? Sizi daha mutlu hissettirir mi? İştahınızı ve uykunuzu düzenleyebilir mi? Araştırmalara göre, evet! Bakalım hangi besinler, neye iyi geliyor?

Intolerance: Wheat and dairy are two of the main food groups that British people claim they are intolerant to - pushing the value of the 'free-from' market up to £238bn
Beynimiz, sinirler arasındaki iletişimi ‘nörotransmitter’ adı verilen kimyasallarla sağlar. Ruh halimizi doğrudan etkileyen nörotransmitterler; serotonin, noradrenalin ve dopamin’dir. Serotonin; rahatlamayı ve sakinleşmeyi sağlamakla birlikte iştahla uykunun düzenlenmesinde rol oynar. Serotonin üretildiğinde, stres ve gerilim hissi azalır, kişi kendini rahat hisseder, kolayca uykuya geçer. Dopamin ve noradrenalin üretildiğinde kişi daha hızlı düşünmeye, tepki vermeye başlar. Kendini daha motive hisseder, refleksleri hızlanır.
Dilara Koçak
Enerjiyi artırmak için: Protein iyi bir seçim. Özellikle kalsiyum bakımından zengin, az yağlı süt, yoğurt ve peynir gibi protein kaynaklı besinlerin tüketimine önem vermenizi tavsiye ediyorum. Yine C vitamini ihtiyacı bu dönemde artacağı için taze meyve ve sebzeleri tüketmeye özen gösterin. Nar, portakal, mandalina gibi.
Gerginlikten kurtulun: İçeriğindeki fosfor ve omega-3 sebebiyle yüksek miktarda balık tüketimine özen gösterin. Haftada en az 2-3 gün mevsiminde taze balık yiyebilirsiniz. Mercimek, nohut, börülce, kuru fasulye ve bulgur gibi kurubaklagil tüketimini de artırın.
Yorgunlukla baş edin: C vitamini bakımından zengin taze meyve ve sebzelere yönelin. Böyle dönemlerde kivi, portakal, çilek, kuşburnu, yeşil biber ve havuç gibi sebzeyle meyveleri tüketerek yorgunluk hissinin azalmasında yardımcı olabilirsiniz.
Öfke kontrolü: Kafein vücutta serotonin hormonunu etkilediğinden öfkeli olduğunuz günlerde kahve tüketiminizi azaltın. Kırmızı et tüketiminizi dengeleyip, fındık, fıstık, ceviz gibi yağlı tohum tüketimini artırırsanız, sakinleştiğinizi göreceksiniz. Bunun yanında proteinsiz tüketilen karbonhidratlar (kabuksuz pirinç, tam tahıllı çavdar ekmeği, tam buğday ekmeği, patates, buğday makarnası) kendinizi daha sakin hissetmenizi sağlar.
Kaygı durumu: Yoğun kaygı veya endişe durumunda vücutta aşırı sıvı kaybı gerçekleşir. Bu nedenle günlük içilen su miktarınızı artırmalı ve üç litre civarında tutmalısınız. Çorba, komposto veya taze meyve/sebze suları içerek de sıvı alımınızı desteklemelisiniz. Yine vücutta seratonin salımını artırıp, kaygınızı yenmenize yardımcı olması açısından tam buğday ekmeği, makarna, kraker, pirinç gibi karbonhidratlı besinler tercih edebilirsiniz.
Stresi kontrol etme yolu: B vitaminleri bakımından zengin besinlerin tüketimiyle stresin azaltılması mümkün olabilir. Ayrıca anti-stres mineralleri olarak bilinen magnezyum ve kalsiyum tüketimi de yarar sağlayabilir. Badem, fıstık, susam kurubaklagiller, çikolata, tam tahıllar ve yumurta, magnezyum için iyi kaynaklar. Bu dönemde A, C ve E vitaminleriyle deniz ürünleri, susam, tavuk, lahana, marul, mantar gibi selenyum içeren besinlerin tüketimini artırmak uygun.
Depresyona folik asit: Folik asit düzeyi düşük kişilerde, depresyona benzer belirtiler görülebilir. Serotonin hormonu yetersiz olan kişilerin, aynı zamanda folik asit düzeylerinde de düşüklük görülür. Bu bireylerin günlük beslenmelerine folik asit eklendiği zamansa serotonin düzeyleri ve psikolojik durumları düzelir. Brokoli gibi koyu yeşil yapraklı sebzeler, portakal ve baklagillerle tam tahıllar folik, asidin iyi kaynakları.

Friday, May 18, 2012

Gece acıkmanızın sebepleri

“Akşam saatlerinden itibaren inanılmaz acıkıyorum. Kendimi tanıyamıyorum, sabah hep pişmanlıkla uyanıyorum” diyorsanız yalnız değilsiniz. Bunun temelinde yatan faktörler ve çözüm önerilerini sıralayalım.

Healthy diet: Bronwyn with some of the food that makes up her daily six meals a day

Dilara Koçak
Takip ettiğim danışanlarım içinde “Sanki iki farklı insan gibiyim. Gün içinde hiç acıkmıyorum, her şey akşam başlıyor” diyen çok fazla kişi oldu. Eğer siz de benzer şikayetlerden muzdaripseniz, belki aşağıdaki ipuçları bu sorununuzdan kurtulmakta  faydalı olabilir.
Kalorileri dağıtamıyor olabilirsiniz
“Sabah aç hissetmiyorum, bu yüzden kahvaltı etmiyorum, böylece saat 14.00-15.00’e kadar kalori almadan kendimi tutuyorum ama gece yarısı iştah canavarım uyanıyor” diyenlerdenseniz, yaptığınız hata da çözüm de cümlenizin içinde saklı. Sabah kahvaltısında iştahlı olup gece iştahı köreltmek için öncelikle akşam yemeklerinizin boyutlarını sınırlandırın, birkaç gece atıştırmalıklara direnin, göreceksiniz ki sabah çok aç uyanacaksınız ve gün içinde dengeli seçimler yaptığınızda gece acıkmayacaksınız. Aç olmasanız bile, sabahları küçük de olsa bir şeyler yemeye özen gösterin. Kendinize, çocuklarınıza davrandığınız gibi davranın, onların nasıl öğün atlamalarına, kahvaltı yapmadan evden çıkmalarına izin vermiyorsanız, kendiniz için de aynısını uygulayın.
Reaktif  hipogilisemi şikayetiniz olabilir
“Akşam yemeğinden sonra sanki hiç yemek yememişim gibi  1 saat içinde yeniden çok acıkıyorum ve tatlı yemeden duramıyorum. Üstelik yedikçe yiyesim geliyor” diyorsanız mutlaka endokrinoloji ve metabolizma uzmanı bir hekimle görüşmelisiniz. Doymak bilmeyen tatlı ihtiyacı ve kilo verememe şikayetleri genelde bu sonuçla birleşiyor.
Depresyonda olabilirsiniz
Aslında obez bireyler üzerinde yapılan çalışmalarda, bireylerin depresyon sebebiyle yedikleri için mi obez oldukları veya obez olma şikayeti sebebiyle mi depresyona girdikleri tam olarak belirlenemiyor. Ortak görüş, obeziteyle depresyonun sıklıkla bir arada görülmesi. İştah artışı ve kilo alımı depresyonun yaygın belirtilerinden. Ayrıca, depresyon için geliştirilmiş birçok ilacın yan etkisi de kilo almak olabiliyor. Depresyon ve kilo alımı kısır döngü haline geliyor. Sıkkınlık, yalnızlık, izole hissetme ve birçok farklı diğer duygusal sebepten dolayı yemek yediğinizde, kilo alıyorsunuz.

O zaman da daha depresif hissediyorsunuz ve kendi beden imajınızla mutlu olmuyorsunuz. Bu da sizin kendinizi daha rahat hissetmek ve bu olumsuz duygularla baş edebilmek için yemeklere yönelmenize yol açıyor olabilir. Bu durum özellikle birey kendiyle baş başa kaldığında yani aile, iş veya arkadaş ortamından koptuğu gece saatlerinde tıkınırcasına yemek şeklinde kendini gösterebiliyor.
Gece Atıştırmaları testi
Eğer aşağıdakilerden en az üçüne sahipseniz bu konuyu çözmek için bir terapist ve beslenmeuzmanıyla görüşmenizde fayda var.
1. Kişinin sabah kahvaltısında iştahı çok az ya da hiç yoktur. Sabah kalktıktan sonra saatlerce ilk öğünü erteler. Aç değildir ya da bir gece önce ne kadar çok yediğine üzülüyordur.
2. Akşam yemeğinde yediklerinden daha fazlasını sonrasında yer.
3. Günlük gıda alımının yarısından fazlasını akşam yemeğinden sonra yer. Gece atıştırmak için yataktan kalkabilir.
4. Bu davranış kalıbı en az iki ay boyunca devam eder.
5. Kişi yerken, kendisini asabi, kaygılı, üzgün ya da suçlu hissedebilir.
6. Gece yarısı atıştırmasının stresle ilişkili olduğu düşünülüyor. Kişinin, özellikle geceleri ruh hali dengesiz olabilir
7. Uykuya dalmada veya uyanık kalmada zorlanır. Sık sık uyanır ve atıştırır.
8. Çoğunlukla karbonhidratlı besinler tercih eder.
9. Gece yarısı atıştırmaları, oldukça kısa aralarla yapılan yiyeceklere saldırma şeklinde olmaktan çok, gece saatleri boyunca devamlı olarak yeme davranışına deniyor.
10. Kişi bazen gece yediğinin farkında bile değildir, sabah uyandığında fark eder.